ANADOLU’YU DEMİRKAZIK'LA BAĞLAYAN TÜRKLER

Anadolu coğrafyasında dolaştığımızda kadim Türk inançlarıyla ilgili sadece masallar, ninniler, halk söylenceleri, gelenek ve görenekleri göremezsiniz; aynı zamanda göze batan verilere de ulaşırsınız. Ancak, bunlara Türk gözüyle bakmadığınızda, anlamlandıramaz ve ne olduklarının farkına varamazsınız; ya da gördüğünüz ve anlamlandıramadığınız verileri farklı medeniyetlere yakıştırırsınız.

Bugün, bunlardan biri olan Demirkazık inancından bahsedeceğim ve konuyu, Denizli Çivril köyünde görüp fotoğrafladığımız Demirkazık'a bağlayacağım. Öncelikle, Özdemirci’de belirlediğimiz Demirkazık'dan bahsetmeden önce, Türklerde Demirkazık nedir? Demirkazık inancı nasıldır? Onlardan biraz bahsedelim ve konuyu sonra Özdemirci’ye bağlayalım.

Bilindiği üzere, dünya üstündeki çoğu millet, gökyüzü, yıldızlar ve gezegenlerle ilgilenmiştir. Türkler de pek çok millet gibi gökyüzü ile ilgilenmişler, hayvancılık, göç, tarım, iklim gibi pek çok hayatlarını ilgilendiren veriye buradan ulaşmışlardır. Türklerin gökyüzü gözlemlerinde her zaman değişmeyen bir yıldız gördükleri bilinmektedir. Bu yıldız, Türk inanç ve kültüründe çok önemli bir yere sahip olmuştur ve bu yıldıza "kutup yıldızı" denir; Türkçedeki adıyla "Demirkazık yıldızı."

 

Türkler her gökyüzüne baktığında sabit gördükleri bu yıldıza "gökyüzünün açılan kapısı" demişler ve bütün gezegenlerin Kutup Yıldızının etrafında döndüklerine inanmışlardır. Onlara göre, bu düzenin bozulması demek, dünya ve kainatın sonunun geldiği anlamına gelirdi. Bu yıldıza "kazık" denmesinin nedeni ise göğün bir direğe benzetilmesidir. Göktengri de atlarını bu kazığa bağlardı.

 

Kadim Türk inançlarına göre dünyadan kutup yıldızına kadar uzanan bir ağaç vardı. Gök ve yer yaratılırken bu ağacın tohumu da atılmış ve zamanla büyüyüp gök ile yeri birleştirmişti. Bu anlamda, Hayat Ağacı ile Kutup Yıldızı arasında Türklerde sıkı bir bağ vardı. Hayat Ağacı dünyanın ortasındaysa, kutup yıldızı da gökyüzünün tam ortasıydı (neden? Çünkü hiç kıpırdamıyor... Daha doğrusu Türkler o zamanki bilgileriyle buna inanıyordu diyelim) ve bu ikisi birbiriyle bağlantılıydı. Yani Demirkazık bir nevi gökyüzüne açılan kapıydı. Eski Türkler için, Prof. Dr. B. Ögel hocaya göre, gökle yer, ruh alemi ile madde dünyasını ve aynı zamanda insan ile Tengri'yi birbirinden ayıran bir sınır olan Demirkazık için Kaşgari Divanı Lugati Türk'te şöyle açıklamıştır: “kaznğuk: kazık. Bu sözden alınarak kutup yıldızına temür kaznğuk denir, demirden yapılmış kazık demektir ki sanki gök bunun üzerinde dönüyor.” (3. cilt, s.383) Yine "yulduz/yıldız" kelimesinden bahsederken de Demirkazık'ın adından bahsetmiştir: “yulduz: yıldızlara verilen genel bir isim; müşteri yıldızına erentüz, mizan yıldızına karakuş, süreyya’ya ülker, yedi kardeşlere yetigen, kutup yıldızına temürkazuk, mirrih/merih yıldızına bakırsokım denir.” diye lügatta belirtmiştir.

 

Türkler göğün direğini, bir çadır direğine benzetmişlerdir ve gökyüzünü, yeryüzüne gerilmiş bir çadır gibi düşünmüşlerdir. Bunun için de Göktürk yazıtlarında “Göğün basmasından ve yıkılmasından” söz edilir.

 

Bu inançlar ışığında, Türkler yaşadıkları yerin ortasına büyükçe bir taş dikerler ve bu taşı, göğün direği olduğuna inandıkları kutup yıldızına bağlarlardı. Bu taşa da Demirkazık derlerdi ve bir nevi yaşadıkları yerin gökle kozmik kapı ile bağlantısını kurarlardı.

İşte fotoğraflarını gördüğünüz Çivril Özdemirci köyünün neredeyse ortasında gördüğümüz yaklaşık 5 metrelik dikilitaş (taşın ucu kırılmadan önce böyleymiş, köylülerin anlattığına göre) bu inancın günümüze kalan bir kanıtıdır. Tabii ki bu inanç ve taşın işlevi köyde unutulmuş ve kaderine terk edilmiştir. Yine bu inanç ışığında Anadolu’nun tam ortasında bulunan dağlara da Demirkazık denmektedir. Demirkazık adı, gelişi güzel verilmiş bir isim değildir. Bu dağlara Türkler, bu toprakları göğün kapısına Demirkazık yıldızına bağlamışlardır, çünkü sarsılmasın, yıkılmasın, 'bölünmesin' diye.

 

Yine Türkler, Müslüman olduktan sonra da göğün direği inancını devam ettirmişlerdir. Yerden göğe doğru uzanan direk artık Muhammed olmuştur. Alevi inancına sahip Türkler ise buna Ali’yi de katarlar. Mesela Pir Sultan Abdal’ın Şah İsmail’den aldığı şu güzel şiir, bunun için güzel bir örnektir:

“Yakdıcağım bir çırağdır,

“Yerden göğe bir direkdir,

“Bindiceğim bir burakdır,

“Allah bir, Muhammed, Ali!”

Nitekim yine bir Bektaşî ozanı Dedemoğlu, yerin direğinden de söz açıyordu. Ona göre, bu direk de Muhammed'dir:

“Yerin göğün, arşın, kürsün direği,

“Varınca bir tel ver pirime turnam!…”

Türk kültüründe bu gibi örnekler çoğaltılabilir. Finlandiyalı bilginler Orta Asya ve Sibirya’da büyük seyahatlar yapmış ve kendi atalarının eski kültürlerini toplamak istemişlerdir. Tanınmış Fin bilgini K.F. Karyalainen, İrtiş nehri boyunca gezmiş ve çok değerli bilgiler toplamıştır. Ayrıca bu bölgede, köyün orta meydanına bir "Gök direği" dikme adetinin yaygın olduğunu görmüş ve hayretle karşılamıştır. Bu köylerde genel olarak Finler ve Macarlarla akraba kavimleri, Türk köyleri ve obaları ile iç içedir. Bu sebeple, bu tanınmış Fin bilgin de, İrtiş boyundaki Ostyak köylerinin, kuvvetli bir "Türk tesiri" altında bulunduklarını söylemekten kendini alamamıştır. Aralarındaki tek fark, Türklerin Müslüman olarak bu adetleri kaldırmış olmaları ve Ostyakların ise eski dinlerini muhafaza etmiş olmalarıdır. Şüphesiz ki İslâmiyet ile ortadan kalkmış olan bu adetler, İslâmiyetten önce Türk obalarında da yaşamıştır.

 

Bu anlamda, bir not daha, boğazların tam girişinde bulunan Semadırek adasına da Türk denizciler tarafından "göğün direği" anlamında kullanılan Semadirek ismini vermişlerdir.

 

Kaynaklar: Genelturktarihi.net, Prof. Dr. Bahadin Ögel, Divanı Lugatı Türk"

Diğer Yazılar